Efes’in kesme taşlarla döşeli yollarında ağır adımlarla yürüyen Julius, başını kaldırıp göğe baktığında duygulandı. Ay’ın küçülmeye başladığını görmek ona ölümü hatırlatmıştı. Ay yakında tamamen ortadan kaybolacak ve ardından hilal formunda yeniden doğacaktı. Sonra dolunay olacak, akabinde yine küçülecek ve yeni hayatına hazırlanmak üzere yok olacaktı. Bu döngünün sonsuza dek böyle süreceğini düşünmek Julius’un zihninde farklı bir kapı açtı. “Ölüm bir yanılsama olabilir mi?” diye sordu kendi kendine.
Böyle derin düşünceler içindeyken mesanesinin dolduğunu hissetti. Kendini uzun süre tutamayacağının bilincindeydi. Ne de olsa artık bedenine söz geçirmekte zorlanan, 75’ine merdiven dayamış yaşlı bir adamdı. Tam da o sırada Romalıların latrina dediği umumi tuvalete varmış olması büyük bir şanstı. Julius, hemen latrinaya girdi ve boş bulduğu deliğin karşısına geçip işini görmeye başladı. Julius latrinada yalnız değildi. Diğer deliklerin başında da onunla aynı durumda olan insanlar vardı. Latrina tam da böyle bir yerdi. İnsanlar vücutlarındaki atıkları boşaltırken birbirleriyle sohbet eder, dertleşir, şakalaşırdı ve tüm bunlar Efesliler için olağandı.
Yanındaki adamın sesi Julius’u daldığı düşüncelerden sıyırdı.
“Merhaba Julius. Seni Ay’a bakarken gördüm. Ölüm hakkında düşünüyordun.”
Julius şaşırmıştı. Bu adam onun ne düşündüğünü nasıl bilebiliyordu?
“Affedersiniz,” dedi adama. “Sizi tanıyor muyum?”
“Aslında tanıyorsun, ama hatırlaman lazım. İşini bitirdiysen çıkıp biraz dolaşalım.”
Julius, temizlenip kıyafetini düzeltti ve loş ışıkta yüzünü seçemediği adamın peşine düşüp dışarı çıktı. Birkaç adım atmıştı ki etraftaki değişikliği görüp şaşırdı. Her yeri sis basmıştı ve latrinadan birlikte ayrıldığı adam dışında her şey sisin ardında kalmıştı. İyi de nasıl oluyordu da sis onu, sadece onu örtmüyordu. Julius bu sorunun cevabını ararken yoruluyordu. Bir yandan da sisin içinde kaybolmamak için önündekini takip ediyordu. Daha fazla sabredemeyip adama seslendi.
“Dur artık. Hem kimsin sen? Neden beni peşinde sürüklüyorsun? Nasıl oluyor da sisten etkilenmiyorsun?”
Adam arkasına dönüp gözlerinin içine baktığında Julius ne yapacağını şaşırdı. Zira kanatlı sandaletlerini ve çifte yılan sarılı asasını gördüğünde Tanrı Hermes’le karşı karşıya olduğunu ve başına neler geldiğini anladı. Julius, haberci tanrı Hermes’in görevleri arasında ölülerin ruhlarına öte aleme geçişlerinde rehberlik etmek de olduğunu biliyordu.
“Ölüyorum,” diye düşündü. “Ölüyorum.”
Hermes, Julius’un ne düşündüğünü elbette biliyordu.
“Aslında öldün bile,” dedi Julius’a. “Arkana bak.”
Julius arkasına baktığında uçsuz bucaksız gökyüzünü gördü. Boşlukta yürüyordu ve sis dağılmaya yüz tutmuştu. Hermes onu boşlukta açılan görkemli kapının önüne getirdiğinde Julius korkularından, endişelerinden ve yorgunluğundan sıyrıldı. Artık tamamen özgürdü.
Efes Vakfı için Yazar Arkeolog Özlem Ertan tarafından kaleme alındı.